PLANET E SERBËVE PËR T’I PËRZENË SHQIPTARËT / SIRPLARIN ARNAVUTLARI KOVMA PLANLARI

SIRPLARIN SİSTEMATİK OLARAK ARNAVUTLARI YUGOSLAVYA’DAN KOVMA PLANLARI

PLANET E SERBËVE PËR T’I PËRZENË SHQIPTARËT / SIRPLARIN ARNAVUTLARI KOVMA PLANLARI
Yazar : Tarih : Okunma : Yorum Yap

PLANET E SERBËVE PËR T’I PËRZENË SHQIPTARËT NGA TROJET E VETA LEXONI NGA SHKRIMET E TYRE.
SIRPLARIN ARNAVUTLARI YUGOSLAVYA’DAN KOVMA PLANLARINI KENDİ YAZILARINDAN OKUYUNUZ.

Kaynak; (Arnavutum.Com)

Arnavutların Zorla Göç Ettirilmesi.

Arnavutların zorla göç ettirilmesi” başlıklı memorandumun sahibi
Vasa Cubruloviç 1897’de doğdu.

1914’te, daha 17 yaşında, I. Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olan
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da öldürülmesi eylemini gerçekleştiren ‘Yeni Bosna’ terör örgütü üyesiydi,  tutuklandı, yaşının küçük olmasından idamdan kurtuldu, savaş boyunca hapisteydi.

Belgrad Üniversitesi’nden diploma aldı ve 1930’da 40 yıl görev yapacağı bu üniversitenin felsefe bölümünde tarih profesörü olarak çalışmaya başladı. O dönemde Sırp tarihini ele alan önemli çalışmalar yaptı, çalışma grupları oluşturdu. II. Dünya Savaşı sonrasında değişik bakanlıklar yaptı. Sırp Bilimler ve Sanat Akademisi üyesi de olan Cubruloviç bu akademinin bilim bölümü sekreterliğini de uzun yıllar yürüttü.
1970’te ise Belgrad’daki Balkan Araştırmaları Enstitüsü Müdürü idi. Haziran 1990’da öldü.

Cubrulloviç’in önemi,

Yugoslavya’nın azınlık sorununu çözmesinin tek yolunu, azınlıkların (Arnavut, Slav Müslüman, Türk, Macar vs…..) zorla da olsa göç ettirilmesi olarak görmesidir. Bu yöndeki fikrini ilk olarak 1937’de üyesi olduğu Sırp Kültür Derneği’nde yaptığı bir konuşmada dile getirmiş, daha sonra bu fikrini gizli bir rapor halinde hükümete sunmuştur (aşağıdaki metin).
Cubrulloviç bu raporunda, zorla göçün hangi metodlarla yapılması gerektiğini; zorla göç için uygun psikolojik ortamın nasıl yaratılacağını, Arnavut ahalinin hangi metodlarla terörize edileceğini ayrıntılarıyla sıralamakta, Arnavut ahalinin zorla Türkiye ve Arnavutluğa göç ettirilmesinin gerekliliğini vurgulanmaktadır. 1930’ların sonunda hemen uygulanmaya başlanan bu plan,
araya II. Dünya Savaşı’nın girmesiyle akamete uğradı. Savaş sonunda komünistlere yanaşan Cubruloviç, Komünist Partisi’nin danışmanı oldu. Bu kez, komünist lider Tito’ya gönderdiği raporda
azınlık sorununun tek çözüm yolunun yine zorla göç olduğunu söylüyordu; “Bizim için azınlıklar sorununun tek gerçek çözümü zorla göç ettirmedir”. Tito’nun raporu beğendiği ve faydalanmak istediği onu Devlet Bakanı yapmasından (1945 – 51 arasında) anlaşılmaktadır. Bu dönemde Tito yönetimi onbinlerce “etnik” Müslüman’ı Türkiye’ye zorla göç ettirdi.


1953’te 13.000 ‘Türk’ ile başlayan büyük çaplı Yugoslavya’dan Türkiye’ye göçlerin fikir babası olduğunu söylemek abartı olmasa gerek.
1946–66 arasında, 246.000 kişinin Türkiye’ye göç ettiği dikkate alınırsa,
göçün boyutları hakkında ancak fikir sahibi olunabilir.
Göç edenler arasında Slav Müslümanlar, Arnavutlar ve Türkler vardı ve göç etmek isteyenler kendilerini ‘Türk’ olarak deklare etmek zorunda idiler. 1948’de Makedonya’daki Türk nüfus 95.000 iken bu sayı büyük bir artışla 1953’te 203.000 rakamına ulaşmıştır.
Bu da göstermektedir ki hem Arnavutlar, hem de Slav Müslümanlar Türkiye’ye göç edebilmek için kendilerini ‘Türk’ olarak deklare etmişlerdir.

Tito’nun ölümünden sonra etnik çatışmalara sahne olan Yugoslavya’da bildik yöntemler yeniden uygulamaya konmuş, etnik ve dini azınlıklar vahşi yöntemlerle yok edilme yoluna gidilmiştir.
Yugoslavya’nın son on yılı bu açıdan değerlendirildiğinde Cubruloviç ve onun fikirlerinin geçerliliğini koruduğunu ve Miloşeviç’in adeta 1937’de onun ortaya attığı planı uygulamaya koyduğunu görmekteyiz.

Yapılan Plan

1.  Arnavut sorunu bizim devlet ve millet hayatımızda dünden beri var olan yeni bir şey değildir. Bu sorun daha ortaçağda büyük rol oynamıştı, XVII. asrın sonuna doğru Sırpların eski Raska çevresinden kuzeye göç edipte yerlerine Arnavut dağlıları gelince, önemi daha da arttı. Onlar sürekli bir şekilde dağlardan inip, Kosova ve Metohiya’nın bereketli topraklarına ve kuzeye yerleşiyor, kuzeybatı ve güneybatı yönünde kuzeye doğru yayılarak Şar dağlarını aşıp Polog yönüne ve batı Morava istikametine ve oradan Vardar istikametine dağılıyorlardı. Bu şekilde, XIX. asra kadar Arnavut üçgeni meydana geldi. Bu üçgen kendi etnik eksenine Dibra Rogozna’ya dayanarak Niş’e kadar derinlere girdi ve bizim eski Raska topraklarımızı Makedonya ve Vardar ovasından ayırdı.
Anarşist Arnavut elemanlarından müteşekkil bu Arnavut hançeri, XIX. asırda kuzey ve güney topraklarımız arasında her türlü kuvvetli kültür, eğitim ve ekonomik bağlarımızı engelledi. Sırbistan’ın 1878 yılına kadar Vranya üzerinden Üsküb’ün Karadağ yardımıyla Makedonya ile bağlantı kurmasının ve buna sahip çıkmasının en önemli itici sebep buydu, coğrafi karayolu ve bölgenin tarihi gelenekleri sebebiyle Makedonya ve Vardar ovası ile kültürel-politik etkinliğini bu şekilde devam ettirebildi. Bulgarlar Sırplardan daha geç devlet hayatına başlamalarına rağmen, başlangıçta daha başarılıydılar. Bu sebepten dolayıdır ki, kuzeyde Vidina’dan güneyde Ohrid’e kadar Güney Slavlarının meskun olduğu şehirler vardı. Bu Arnavut hançeri, en kuzeyde bulunan Yagorina’daki Arnavutların kovulması ile sonuçlanan daha birinci ayaklanma sırasında Sırbistan’ı parçalamaya başladı.
Yovan Ristiç’in engin devlet tecrübesine şükran borçluyuz, onun tasarımı sayesinde Toplica ve Kosonica’nın alınışından sonra da Sırbistan bu üçgenden bir parça daha kopardı. O dönemde Yastrepca ve güney Morava’nın arasındaki yerler tamamen Arnavutlardan temizlendi.
Arnavut üçgeninin diğer kısmını parçalamak 1918’den bu yana bugünkü hükümetimizin vazifesi idi. Ama o bunu yapmadı. Bunun bazı sebepleri vardır, yalnız biz en önemlilerini ele alacağız.
Zamanın ilgili devlet adamlarının temel hatası, kanlı ve huzursuz Balkanlar’ın büyük etnik sorunlarını batılı metotlarla çözmeye çalışmalarıdır. Türkiye, şeriata dayanan gelenek ve görenekleri Balkanlar’a getirdi, buna göre savaştaki zafer ve bir ülkenin fethi, ele geçirilen topraklardaki vatandaşların hayat ve mülkünün ele geçirilmesi anlamına da geliyor. Balkanlar’daki Hıristiyanlar da kılıçla yalnız iktidar ve hâkimiyetin değil aynı zamanda mal ve mülkiyetin de ele geçirilebileceğini ya da kaybedilebileceğini Türklerden öğrendiler. Balkanlar’da toprak üzerindeki özel mülkiyet ile alakalı bu uygulama Avrupa’nın baskısı ile uluslararası yasalar, anlaşmalar, düzenlemeler gözetilerek belli bir dereceye kadar yumuşatılacaktı, bu yapılmadı ve günümüze kadar bu uygulama devam ede geldi, Türklerle Balkan devletleri arasında önemli bir sorun oldu. Bu anlattıklarımızı daha anlaşılır kılmak için uzak geçmişe gidip bakmaya gerek yok, yakın geçmişten sadece birkaç olaya burada değinmek istiyoruz: Küçük Asya’dan Yunanlıların Yunanistan’a ve Türklerin Yunanistan’dan Türkiye’ye göçü ve son olarak Romanya ve Bulgaristan’dan Türklerin göçü gerçekleşmiştir. Balkan devletleri 1912’den beri göç vasıtasıyla azınlıklarla olan meseleyi halletmiş ya da hal yoluna girmişlerken, biz yavaş ve yorgun metodlarda kalarak derece derece kolonizasyon yapmışız. Bunun da sonuçları menfi olmuştur. Bunun en iyi şekilde ispatı 18 merkezden müteşekkil Arnavut üçgeni istatistikleridir. Bu istatistiklere bakıldığında Arnavutların tabii artışları bizim ve kolonizatörlerimizin artışından daha fazla olduğu sonucuna ulaşılır (1921’den 1931’e kadar Arnavutların artışı 68.060, Sırpların ise 58.745 kişi, fark 9.315 Arnavutların lehinedir). Eğer Arnavutların vahşi karakterini ve etkileyici artışını ve eskimiş metotlarla gün geçtikçe ağırlaşan kolonizasyon şartlarını göz önüne alırsak, bu fark zamanla daha da büyüyecek ve sonunda 1918’den beri kolonizasyonda elde edilen çok az başarıları dahi başarısız kılacaktır.

2.   Kullanılan kolonizasyon metodu bile iyi tatbik edilmemiştir. En önemlisi böyle önemli bir problemde her hükümetin bağlı kalacağı ve tatbik etmesi gereken belirli bir devlet planı yoktu. Günlük çalışmalar yapılıyor, parça parça çalışılıyor, her bakan selefinin yaptığı düzenlemeyi kendinden geçerli bir şey koymadan bozuyordu. Kanunlar ve genelgeler değiştirildi, buna rağmen, bu yeni kanunlar zayıf olmalarına rağmen, uygulamaya konmadılar. Bazıları, bilhassa milletvekilleri, kendi bölgelerinde kazanamayınca devlet ve milletinin menfaatlerini hiçe sayarak güneye gidiyor ve kendi milletinden olmayanlara taviz vererek o bölgeden seçiliyorlardı. Kolonizasyon aygıtı adamakıllı pahalıya mal oluyor, dolu ve şişirilmiş kadrolar bir yana, yetişmemiş ve ehil olmayanlarla, çoğu zaman büyüklük taslayan beceriksiz insanlarla, idare ediliyordu. İşin bu şekilde yürütülmesi kendi başına bir sorun olup çıkmıştı. Sakin bir şekilde devletin kolonizasyona yatırdığı paralar hesaplanıp, toplanan ve harcanan paralar kolonileşmeye giren aile miktarlarına bölündüğünde savaş sonrası kurulan her koloni evi için, devlet ya da kolonistler tarafından kurulduğu dikkate alınmaksızın, ne kadar büyük meblağların harcandığı ortaya çıkar. Aynı şekilde özel harcamalarla kolonizasyon için kullanılan malzemelerin de orantısı ilginç rakamlar ortaya çıkaracaktır. Bir zamanlar Sırbistan bunu başka türlü çözümlemişti. İlk ayaklanma döneminde Karacorci, Milloşi, Aihajlo, Jovan Ristiç’in toprak reformları yaptıkları sırada ne tarım bakanlıkları, ne toprak müfettişleri ne de pahalı devlet aygıtları vardı; ona rağmen Sırbistan’ı yabancı unsurlardan temizlediler, kendi halklarını yerleştirdiler ve sonsuz Şumadiye ormanlarını açarak vahşi halden bugünkü bereketli bir Şumadiya yarattılar.
3.  Savaş sonrası yerleştirilen o birkaç bin aile dahi, yerleştirildikleri yerlerde kök salamadılar. Kendiliğinden kuzeyden güneye inen Topalcalılar’ın bulunduğu Kosova’da, özellikle Llap ovasında daha fazla başarı sağlandı. Burada çeşitli bölgelerimizden gelmiş, çeşitli unsurlarla karışmış en eski ve en istikrarlı koloniler kurulmuştur. Buna karşılık en çetin bölgeler olan Dreniça ve Metohiya’da ise başarı sağlayamadık. Kolonizasyon asla sadece yalnız Karadağlılarla yürütülmemelidir. Biz onların çobanlara has uyuşukluklarından dolayı kötü bir bir kolonizasyon unsurları olduklarını sanmıyoruz. Bu uyuşukluk birinci kuşakta ortaya çıkmaktadır.
İkinci kuşakları tamamen başkadır, daha aktif ve daha pratiktirler. Tuna’nın üst taraflarında Krayina’daki en gelişmiş köy olan Miroç’un Petrov köyü tamamen Karadağlılar tarafından meskûndur. Bugün dahi Sırbistan’da binlerce ileri tarım yapılan yerler bulunabilir, özellikle Toplica ve Kosanica’da, ilk Karadağlı kuşaktan olup ta çağdaş unsurlarla karışmış binlerce aile bulunabilir. Özellikle Metohiya için bu durum söz konusudur, çünkü burada yaşantılarına bağlı kalma, gelenek ve göreneklerini koruma imkanı mevcuttur. Bu kanaate varmak için İpek’e (Peç) gidip kahvehanelere bir göz atmak yeterlidir. Bu yüzden bütün Metohiya’da kolonizasyonda başarı azdır. Kabul etmemiz gerekir ki kolonizatörler verimsiz ve bitki örtüsü dibinden kazınmış arazilere yerleştirilmiş ve tarım araçlarının en lüzumlu olanlarından dahi yoksun bırakılmışlardı. Aslında onlar diğerlerinden çok daha fazla desteklenmeliydiler, çünkü en yoksul Karadağlı kolonizatörlerini teşkil ediyorlardı.
4.  Şüphe yok ki adı geçen bölgeler de, başarısızlığın en büyük sebebi verimli toprakların Arnavutların elinde kalmasıdır. O bölgelerde bizim unsurlarımızı yerleştirmenin tek geçerli yolu Arnavutların ellerindeki toprakları almaktı. Savaş sonrasında, komitacıların baskınları ve baş kaldırmalar esnasında, Arnavutların bir kısmının kolaylıkla Arnavutluk’a kovulması gerçekleşebilir, onların el koydukları tapusuz meralar ve mülkler onlarda bırakılmayıp satın alınabilirdi. Bu benim yine bizim savaş sonrası planlarımız arasında en büyük yanlışımız olan toprak mülkiyeti konusuna dönmemi gerektiriyor.
Arnavutların toprak mülkiyeti kanunundan istifade etmemiz gerekirken ki buna göre az kişinin Türkiye’den kalma tapusu vardı, biz devlet ve milli zararımıza, yalnız o zorla alınmış topraklara kanuni hak vermekle kalmadık, daha da kötüsü onlara Batı Avrupalıların özel mülkiyet fikirlerini de öğretmiş olduk. Bundan evvel onlar böyle bir fikre sahip değildiler. Böylece onlara kendilerini savunacak, ellerinde en iyi toprakları tutacak ve en önemli bölgeleri lehimize millileştirmeye mani olacak silahı ellerine verdik.
Bütün yukarıda zikredilenlerden şimdiye kadar güneyde kolonizasyon metodların da istenilen sonuçlar elde edilmediği ortaya çıkmaktadır. Aslında erişilmesi gerekirken bugün büyük devlet sorunu olarak karşımızda durmaktadır. Bu metodları tenkit olsun diye tenkit etmedik, bilakis tecrübelerimiz ışığında bu meseleye doğru çözüm yollarını bulmak için tenkit etmiş bulunuyoruz.

Güney Bölgelerinin Kolonizasyon Sorunları

Bu çalışmanın birinci kısmını okurken, herkes güneydeki yerlerin kolonizasyonu probleminin çözümünde Şar Dağı’nın kuzey ve güneyinde bulunan yerlerden söz edildiği tespitini yapar. Bu tesadüfî değildir. Şar dağlarının etrafında bu Arnavut kitlesi devletimiz için çok büyük milli ve stratejik öneme haizdir. Vardar ovasının etrafındaki yerlerin ortaya çıkış şekli ile bizim eski bölgelerimizin bu bölge ile eski kuvvetli bağlarının önemini artık vurgulamış bulunuyoruz. Sırp yayılmasının gücü ilk Sırp devletinin kuruluşuna ve daha sonra IX. asırdan beri, bu yayılmanın sürekliliğine dayandığı gibi, Raska eski topraklarından her tarafa yayılmaya, yani güneye yayılmaya dayanmaktadır. Fakat bu yayılma Arnavutlar tarafından kesintiye uğratıldı; Sırbistan, Karadağ ve Makedonya arasında kesintisiz bir bağlantı tekrar oluşturmadıkça ve hatta Drina’dan güney Morava’ya bu bağlantıyı yeniden tesis etmedikçe bu toprakların elimizde kalacağından emin olamayız. Etnik bakış açısından olaya yaklaşırsak, Makedonyalılar ancak Sırpların anavatanından etnik destek gördüklerinde bize tam olarak yanaşacaklardır ki böyle etnik bir desteği bugüne kadar görmüş değiller. Bu desteği ancak Arnavut bloğunun yok edilmesiyle kazanabileceklerdir.
Arnavut bloğu, askeri-stratejik bakış açısına göre memleketimde çok önemli bir konuma sahiptir, Balkan nehirlerinin aktığı Adriyatik’e, Karadeniz’e ve Ege denizine çıkışların olduğu yerdedir. Bu stratejik yerin tutulması orta Balkanlar’ın kaderi üzerinde söz sahibi olmakta önemlidir, bilhassa Balkanların en önemli karayolu bağlantısı olan Morava-Vardar üzerinde belirleyici olmak anlamındadır. Balkanların kaderini etkileyen savaşların sıkça burada cereyan etmesi bir tesadüf olmasa gerek (Nemanya Yunanlılara karşı, 1389’da Sırplarla Türkler, 1446’da Macarlarla ile Türkler burada karşı karşıya gelmişlerdir). XX. asırda yalnız kendi otoktan halkının yerleşik olduğu toprak parçası elde tutulabilecektir. Bu yüzdendir ki hepimizin aciliyet arz eden vazifesi, bu kadar stratejik öneme haiz yerlerden asla vazgeçmemek, bu yerleri hiç bir şekilde yabancıya ve düşman unsurlara terk etmemektir. Buralara yerleştirilecek halk aynı ırktan bir milli devletin desteğini almak zorundadır. Bu devlet geçici bir süre için iktidarsızdır, elbette İtalyan emperyalizminin bir üssü iken ve oranın aracılığıyla devletimizin kalbine girmek için fırsat kolluyor. Bu girişime karşı en emin araç kendi insanlarımızdır, onlar isteyerek ve bilerek kendi mülkünü ve devletini koruyacaklardır.
Devamla: 18 kazalı bu bloğun dışında Arnavutlar ve diğer milli azınlıklar güneydeki bölgelerde dağınık yaşamakta ve bu yüzden bizim milli ve devlet hayatımız için o kadar tehlike arz etmemektedirler. Şar Dağları’nın etrafındaki bölgeleri millileştirmek demek, irredantizmi toprağa gömmek ve bu topraklarda hâkimiyeti ilelebet garantilemek demektir.
Kolonizasyonu kuzeyde, Makedonyalıların yerleşik olduğu bölgelerde azaltmak gerekir. Bu bölgelerde hem az toprak vardır, hem de pasif bölgelerdir ve bu yüzden kuzeyden gelen kolonizatörlere karşı duyarlıdırlar. Daha da kötüsü onlar bu hareketlerimizden dolayı bize şüpheyle bakıp, Arnavutluğa dayanacaklar, milli gururları uyanacaktır. Eğer gereken belli zaman diliminde bu işin hesabını görmez isek, gelecek 20–30 yıl içerisinde korkunç bir irredantizm ile uğraşmak zorunda kalacağız, bunun izleri daha bugünden kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkacak ve güneydeki topraklarımızı tehlikeye düşürecektir.

Kolonizasyonun uluslararası boyutu

Meseleyi bütün boyutları ile ele aldığımızda Arnavutları tedrici bir kolonizasyon ile söküp atmanın etkisiz olduğunu görürüz, bize tek bir yol kalmaktadır, Arnavutları kitleler halinde göçe zorlama. Bu durumda da iki ülke söz konusudur: Arnavutluk ve Türkiye.
Arnavutluk az nüfusuyla, kurutulmamış bataklıklarıyla, verimsiz ve kurak ovalarıyla, memleketimizden birkaç yüz bin Arnavut’u kabul edebilecek durumdadır. Modern Türkiye Kürdistan ve küçük Asya’da büyük ve henüz daha iskân edilmemiş ve işlenmemiş toprakları ile iç kolonizasyon için adeta sınırsız imkânlar sunmaktadır. Atatürk’ün bütün uğraşılarına rağmen Türkler, Küçük Asya’dan Yunanlıların Yunanistan’a ve Kürtlerin İran’a gitmeleriyle ortaya çıkan nüfus açığını dengeleyememişlerdir. İşte tam da bu sebepten göçe zorlamak istediğimiz bizim Arnavutların büyük bir kısmını oraya göndermek için oldukça iyi fırsatlar mevcuttur.
Diplomatik alanda sadece Ankara ile atılan adımlarla kendimizi sınırlamamız gerektiğini öncelikle vurgulamalıyız; bizden göç edecek olanların bir kısmını alması yolunda Tiran’ı ikna için her türlü girişimi yapmalı ve imkânları kullanmalıyız. Bu işin Tiran’da zor yürüyeceğini, çünkü bu girişimi İtalya’nın engelleyeceğini sanmaktayım, fakat Tiran’da paranın büyük rol oynayacağı unutulmamalıdır. Yapılacak temaslarda bu sorunun çözümü için hiçbir şeyden çekinmeyeceğiz, bizi kimsenin engelleyemeyeceği Arnavut hükümetinin bilgisine sunulmalıdır. Bununla birlikte şu an için kontrolsüz yürütülen kolonizasyonun sübvansiyonu ve kontrollü yapılacağı konusunda bilgi verilmelidir. Bunlara ek olarak her ihtimale karşı da Tiran’daki etkili kişiler gizli yollardan, bu işe karşı direniş göstermemeleri için maddi imkânlar kullanılarak etkisiz hale getirilmelidirler.
Duyduğumuz gibi Türkiye başlangıçta, Arnavut oldukları zikredilmesi şartıyla 200.000 göçmenimizi kabule razı, bu da bizim en rahat kabul edeceğimiz şekildir. Türkiye’nin önce bir göç konvensiyonu imzalamak yolundaki arzusunu bütünüyle kabul etmeliyiz. Göçe gelince; Türkiye’nin son yıllarda Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan ile yaptığı anlaşmaları gözden geçirmeli ve bunu yaparken şu iki noktaya dikkat etmeliyiz: Bir yandan büyük miktarlarda maddi destek yapılacağı söylenirken bir yandan da kendisinin teklif ettiği sayının daha üstünde bir kitlenin kabulünü istemek ve özellikle hızlı bir naklin gerçekleşmesini anlaşmada sağlama almak. Şüphesiz bu problem milletlerarası alanda huzursuzluk yaratacaktır. Böyle durumlarda bu kaçınılmaz bir şeydir. Balkanlar’da geçen son bir kaç asırda ne zaman böyle bir olay olmuşsa, çıkarlarına ters düştüğü için buna karşı çıkan, protesto eden bir güç de olmuştur. Bu olayda karşı çıkacak olanlar Arnavutluk ve İtalya olabilirler. Arnavutluk ile ilgili olarak ne yapılması gerektiğini yukarda zikrettik; Arnavutluk ile bu sorunun çözümü için bir konvensiyon yapılması yolunda çaba sarf edilmelidir. Farz edelim ki maksadımıza ulaşamadık ve bu yöndeki çabalarımız boşa çıktı, o zaman en azından Türkiye’ye yapılacak göçler için susmalarını sağlamalıyız. Tekrar ediyoruz Tiran’daki hareket ustalığı ve akıllıca kullanılacak paralar, bu hususta sonuçlandırıcı rol oynayabilecektir. Dünya kamuoyu biraz huzursuz olacaktır, bilhassa İtalya tarafından finanse edilenler. Bununla beraber, bugünkü Dünya bundan daha kötü şeylere alıştığı ve bir o kadar da günlük problemlerle meşgul olduğundan, bu taraftan hemen hemen hiç rahatsız olmaması gerekir. Almanya on binlerce Museviyi göç ettirirken ve Rusya milyonlarca insanı kıtanın bir tarafından öbür tarafına sürerken, herhalde birkaç yüz bin Arnavut’un göçü bir Dünya Savaşı’nın çıkmasına sebep olacak değildir. Yalnız alakalı organlar lazım olan nedir onu bilmeli ve beynelmilel engellere takılmadan hem de direterek onu tatbik etmelidirler. Şüphesiz İtalya çok engeller çıkaracaktır, fakat o şimdi Abisiniya ve Avusturya ile olan problemlerle o kadar meşguldür ki bir girişimde bulunacak kadar ileri gidemez. Doğrusunu söylemek gerekirse en büyük tehlike, bizim müttefiklerimiz olan Fransa ve İngiltere’nin bu işe karışma ihtimalidir. Bu durumda onlara soğukkanlı ve kararlılıkla, son Dünya Savaşı sırasında da görüldüğü gibi, Morava-Vardar hattının bizim elimizde olmasının onların da lehine olduğu anlatılmalıdır. Bu hat her şeyden önce onlar için de bizim için de, eğer biz Şar dağları etrafındaki bölgelerde ve Kosova’da etnik bakımdan tam hâkimiyet sağlayabilirsek daha emin olacaktır.

Zorla göç metodları

Arnavutların kendi üçgenlerinden yalnız kitle halinde göçe zorlanmalarının etkili olacağını artık zikretmiş bulunuyoruz. Yalnız kitle halinde göçe ettirmenin ön şartı uygun bir psikolojik ortamın yaratılmasıdır. Bu da çok değişik usullerde yapılabilir.
Müslüman ahalinin çabuk etkilendiği, özellikle çok çabuk dini etki altında kaldıkları bilinmektedir; batıl inançlı ve fanatiktirler. Bu yüzden Arnavutları zorla göç ettirebilmek için öncelikle dini liderlerle tanınmış kişileri para veya tehditle tarafımıza çekmek gerekmektedir. Mümkün olduğu kadar çabuk göçün propagandasını yapacak ajitatörler bulunmalıdır; elbette Türkiye’nin bize bu ajitatörlerden bir kaç tane verebilmesi iyi olurdu. Bu ajitatörler Türkiye’de yerleşecekleri bölgelerin güzelliklerini, oradaki kolay ve huzurlu yaşantıyı tasvir etmeli, dini fanatizmi kaşıyarak, halkın Türk devletiyle gurur duymasını sağlamaları gerekir. Basınımız da, Türklerin Dobruca’dan rahat göçünü ve yeni yerleşme bölgelerinin iyiliğini tasvir ederek muazzam hizmetler yapabilir. Bu tür tasvirlerle yürütülecek bir propaganda bizim Arnavut ahalide göç için gerekli ön şartları yaratacaktır.

Bir başka araç devlet aygıtının yapacağı zorlamadır. Devlet kanunlardan sonuna kadar istifade ederek Arnavut ahalinin Sırbistan’da kalmalarını çekilmez bir duruma getirmelidir: Para cezaları, hapis cezaları gibi. Baskı için polis her türlü imkânlarından faydalanmadır. Mesela kaçakçılığın, ormandan ağaç kesiminin, tarıma zarar veren kişilerin veya köpeklerini ortalığa salanların cezalandırılmaları gibi. İnsanların angarya çalışmalara daha çok mecbur edilmesi ve tecrübeli bir polisin uydurup tatbik edebileceği her türlü cezanın uygulanması gibi. Ekonomik tedbirlere gelince: Bu bölgenin kadastro işlerinde eski tapuların tanınmaması; tapu kadastro müdürlükleri tarafından bu bölgelerde hemen yüksek vergilerin konulması ve yaygınlaştırılması, resmi daire ile şahıslara olan borçların ödenmeye mecbur kılınması, belediye ve devlet otlaklarının alınması, mal-mülkten arındırılmaları, kahvehane işletmeleri ile ticarethane ruhsatlarının geri alınması, işletme izinlerinin kaldırılması, şahsi, devlet ve özerk işlerde çalışanların bu işyerlerinden çıkarılmaları v.s. Bunlar göçün hızlanmasına sağlayacaktır. Sağlık alanında alınacak tedbirler: Gerekli görülen her şeyin zorla ev içinde de tatbiki, evlerin etrafındaki çit ve duvarların yıktırılması, hayvan sağlığı konusunda alınacak tedbirlerin zorla tatbiki ve böylece hayvan ticaretinin önlenmesi v.s. Burada da başka pratik ve etkili tedbirler alınabilir. Din konusunda Arnavutlar çok duyarlı olduklarından bu meseleye fazla girilmemeli, bu konuda başka tedbirler alınmalıdır. Dini liderlere kötü muamele, mezarlıklara zarar vermek, poligamiyi yasaklamak ve bilhassa kız çocukları için zorunlu temel eğitim kanununu sert bir şekilde tatbiki amaca ulaştırır.
Şahsi inisiyatiflerde bu yönde çok yardımcı olabilirler. Bizim kolonizatörlerimize ihtiyaç halinde silah dağıtmalıyız. Bu bölgelerde eski “Çentik” (çeteci) baskınları organize edilmeli ve Çentiklere gizli yardım yapılmalıdır. Mutlaka bir Karadağlı kitleyi Arnavutlar ile çatışmayı körüklemek için Metohiya’ya salıvermek gerekir. Bu çatışma güvenilir ve tecrübeli kişiler tarafından hazırlanmalı, kaşınmalı ve alevlendirilmelidir, hakiki korku ortamı yaratılarak, sanki Arnavutlar baş kaldırmış gibi onların üzerlerine gidilmelidir. Bu olaylara aşiret kavgası görüntüsü vermek zorunludur; gerekli olduğu hallerde ekonomik bir karakterde verilmelidir. Nihai olarak mahalli düzeydeki huzursuzluklarda kaşınmalı, daha sonra da bunlar kanlı bir şekilde bastırılmalıdır, bu bastırma işi ordu ile değil daha çok kolonizatörler, Karadağlılar ve Çentikler aracılıyla yapılmalıdır.
Bir araç daha vardır; o da 1878 yılından sonra Sırbistan’ın kullanmış olduğu Arnavut köyleri veya şehirlerdeki mahallelerinin gizlice yakıldığı çok pratik usul.

Zorla göç ettirmenin organizasyonu


Bitişikteki haritada hangi çevrelerden göç yapılacağı görülmektedir. Bunlar: Yukarı Dibra, Yukarı ve Aşağı Polog, Şar Dağı, Drenitsa, Stavica, Vuçiterna, Llab, Graçaniça, Norodimya, Gyakova, Gra (Dragas), Podgor, Podrimye, İpek, İstok, Gilan, Kaçanik. Bugün için Arnavut kamasını teşkil eden bu yerlerden bizim açımızdan en önemlileri İpek, Gyakova, Podrimye, Gra (Dragas), Podgori, Şar, İstok ve Drenitsa (Şar dağının kuzeyi). Kuzeyde Şar Dağı ve sonra Yukarı Dibra, Şar Dağları’nın güneyindeki her iki Polog. Bunlar hudut kazalarıdır; her ne pahasına olursa olsun Arnavutlar buralardan zorla göç ettirilmelidirler. Daha içerlerdeki kazalar, Kaçanik, Gilan, Norodimya, Graçanica, Llap, Vuçiterna vs. imkân dâhilinde zayıflatılmalıdır, bilhassa Kaçanik ve Llap, ötekilerini ise sistemli ve derece derece kolonize etmek gerekir. Göçlerini istiyorsak, ilk aşamada yukarda söz konusu edilen araçlar huduttaki yerlerde tatbik edilmelidir.
Zorla göç ettirmede göz önünde bulundurmamız gereken şunlardır: İlk sırada köylüler, sonra da şehirli ahalinin göçleri organize edilmelidir. Köy ahalisi biri birine daha bağlıdır, bu yüzden tehlikelidirler de. Sadece yoksulları göçe zorlama gibi bir yanlışa düşülmemelidir: Her millette ana dayanağı orta tabaka ile zenginler teşkil ederler. Onlar da göçe zorlanmalıdırlar. Ekonomik açıdan bağımsız kişilerden destek görmeyen fakirler çok kısa sürede boyun eğerler. Bu çok önemli bir husustur ve bilhassa vurguluyorum, çünkü Güney’deki başarısızlığımızın en önemli sebeplerindendir, fakirleri göç ettirdik, zenginler ise kaldı ve biz bir adım öteye geçemedik, çünkü kolonizatörlerimizi yerleştirecek çok az toprak kazanabildik. Bir yandan göç için bu şekilde bir psikolojik ortam yaratılırken, bir yandan da köylerin tamamıyla, içinde yaşayan aileler ile birlikte boşaltılması için elden gelen her şey yapılmalıdır. Her ne olursa olsun ailelerin bir parçasının göç etmesi, buna karşılık diğer parçasının kalması önlenmelidir. Devletimiz milyonları, Arnavutların hayatını kolaylaştırmak için değil, tersine onlardan mümkün olduğu kadar büyük bir sayıyı sırtından bir an evvel atmak için harcayacaktır. Bu yüzden göç eden Arnavutların gayrimenkullerini geride kalanlara satmaları her ne pahasına olursa olsun engellenmelidir. Bu bağlamda tek tek kişilerin göçü ile bir köyün tamamının göçünü biri biri ile alakandır malıyız; eğer köylerden topluca göç etmek isterlerse, göç sürecini kolaylaştırıcı tedbirler almalı, yardımcı olmalıyız.
Göç etmeye razı oldukları anda her türlü yardım verilmelidir. Bürokrasi basitleştirilmeli, aynı kolaylıkla malları satın alınmalı, bütün formaliteler basit bir şekilde halledilmelidir. Seyahat belgeleri hemen ve aynı basitlikte hazırlanmalı, en yakındaki ilk istasyondan Selanik’e kadar gidebilecekleri bir tren tahsis edilmelidir, oradan da hemen vapurla Asya’ya gönderilmelidirler. Yolculuğun kolay, rahat ve masrafsız olması çok önem taşımaktadır. İmkân dâhilinde tren yolculuğunu parasız yapmaları sağlanmalı, aynı zamanda yiyecek yardımı da yapılmalıdır, çünkü kitleler halinde göç edip, etmeyecekleri buna bağlıdır. Göç için en büyük engel seyahat esnasında çıkabilecek zorluklardır. Bu sebepten seyahat işlerinin hızlı ve pratik bir şekilde halledilmesi gerekmektedir. Sıradan insanlar zorluklardan etkilendiklerinden, seyahat esnasında onların telaşını asgariye indirmek lazımdır, bu yüzden büyük seyahat şirketlerinin yolcu nakil metodlarını araştırmak ve onları kullanmak uygun olacaktır. Göç edenler elden ele aktarılmalılar ki, bu olayın ağırlığını hissetmesinler. Sadece yukarıda anlattıklarımız uygulanarak güneyimizi Arnavutlardan boşaltacak bir Arnavut göç dalgası yaratılabilir.

Göçle boşaltılmış bölgelerin nüfus sorunu

Boşaltılmış bölgelerde koloniler oluşturulması sorunu, Arnavutların göçe zorlanmasından daha küçük değildir.
İlk ortaya çıkan sorun şudur: Kimler o bölgelere yerleştirileceklerdir? En uygunu, oralara bizim pasif bölgelerimizden unsurların yerleşmesidir. En normali Karadağlıların, Herseklilerin, Liçanalılar ve Krayinalıların oralara yerleştirilmeleridir. Karadağlılar birçok sebepten en uygunlarıdırlar, çünkü Kosova, Drenitsa ve Metohiya onlar için, yani fakir dağlıların akın etmeleri için en tabii yerlerdir. Karadağ’da nüfus artışının beraberinde getirdiği fakirlik, son zamanlarda sürekli sosyo-politik açıdan devlet gücü için hiç de iyi olmayan durumlar ortaya çıkarmıştır. Bu da bizim devlet otoritemizin aleyhinedir ve gelecekte devlet düzeni ve toplumsal huzur için bir tehlike arz etmektedir. Onlara mısır vermenin bir faydası yoktur. Tek çözüm yolu onları verimli Kosova, Drenitsa ve Metohiya bölgelerine göndermektir. Çünkü zihniyet ve karakterleri Arnavutlara oldukça benzer. Arnavutları sıkıştırmak, onları söküp atmak için Karadağlılar en iyi silahtırlar. İlk önce Şar Dağı’nın kuzeyindeki Arnavut bölgesinden başlamak ve Karadağlıları orada kullanmak gerekir, fakat onlarla birlikte bir miktar Liçanalı, Krayinalı, Çaçaklı, Uzhicalı (Uyiçalı) ve Topliçalı Sırpları da, yerleştirmek gerekir. Bu ahalide daha fazla çalışma ve işbilirlik yeteneği yaratmak için, dağlılara has düşünce şeklini biri birleri ile karışmalarını sağlayarak ve çeşitli Dinar bölgelerinden kız alıp vermelerle dönüştürmek gerekir ve böylelikle Karadağlılardan daha az hemşerilikçi ve daha çok Sırp’a benzeyen yeni bir Karadağlı tipi yaratmak gerekmektedir.

Şar Dağı’nın güneyinde verimli toprakları ellerine geçirme yeteneğine sahip güneyli Sırp gurbetçilerine uygun şartlar yaratılmalıdır. Bu çalışkan ve namuslu insanlar bir köy hayatı için huzurlu bir ortama sahip olurlarsa devlete de hayat boyu minnettar kalacaklardır. Genellikle güney Sırbistan köylüsü bugün bizim ona verdiğimizden daha fazla alaka ve hizmet beklemek hakkına sahiptir. Bu fakirlerin hem Yukarı ve Aşağı Polog ve aynı zamanda Dibra’ya yerleştirilerek, Arnavutların otlaklarının bunlara verilmesi, devletin kendilerine ait olduğunu hissettirecek ve o zaman hudutlarını korumayı bileceklerdir.
Bunların dışında Şar Dağı’nın güneyine ve Üsküp Karadağına, Vranya, Leskovça, Pirot ve Vlaştiçalılar, özellikle pasif dağ köylüleri yerleştirilebilir. Dinarlıların Şar Dağı ile Üsküp Karadağı hattının güneyine yerleşmelerine müsaade edilmemesi gerektiğini burada bir kez daha yineliyorum.
Arnavutlar tarafından terk edilmiş köylerin kolonizasyonu sırasında, bürokratik engeller ve formaliteler çıkarılmamalıdır. İlk yapılacak iş kolonizatörlere yerleşecekleri yerlerin tapularının hemen verilmesidir. Bugüne kadar yürütülen kolonizasyonda başarısızlığımızın en önemli sebeplerinden biri buydu, kolonizatör şimdiye kadar yerleştiği yerde kendini emin hissetmemiştir, çünkü ona tapu verilmemiş, böylelikle kötü niyetli bürokrat ve siyasetçilerin insaflarına terk edilmişlerdir. Köylü, onu kimsenin sahip olduğu toprağı elinden alamayacağına ve hiçbir şekilde göçe zorlanmayacağına inandığı zaman güven duyar. Bu yüzden ona gerekli güvenceler verilmelidir. Fakat toprağı tamamen kolonizatörün kullanımına bırakmak, ona bu hakkı vermek de riskler içermektedir. Prensipte sahip oldukları çiftliklerle kolonizatörlerin yerine getirmek zorunda oldukları devlet ve milli görevleri vardır ve ilkin bu görevi yerine getirmeleri gerekir. Bundan dolayı sonsuza kadar bu mülke sahip çıkma hakları yoktur. Aralarında çok çeşitli insanlar, köyden gelmiş toprak işleme ve hayvancılık hissini kaybetmiş proleter insanlarda da vardır, öncelikle bunların tarım ve hayvancılığa alışmaları zorunludur; bunların yeni yerlerini, çift-çubuklarını sevebilmeleri ve intibak etmeleri için yasalarla toprağa bağlanmaları zorunludur, ilk kuşağa bu yapılamıyorsa en azından onların çocukları için bu şarttır. Bu yüzden 30 yıl ekip biçtikleri yerin tam mülkiyetine sahip olabilmeleri yasaklanmalıdır. Bizim hukukumuzda kadına topraktan miras hakkı yoktur. Toprağın parçalanmasını ve sahiplerin çoğalmasını önlemek için kolonizatörlere dağıtılan topraklardan kadınlara miras hakkı verilmemelidir, istisna durumlarda, kolonizatörün erkek çocuğu yoksa veya damadını evine getirmek istiyorsa bu hak verilmelidir. Bugüne kadar kolonizatörlere verilen mülkler küçüktü. Toprak işlenişini, tarım ürünlerindeki fiyat düşüşlerini ve kolonizatörlerdeki çok çocuk sayısını göz önünde bulundursak 5–10 hektarlık tarlanın kolonizatörlere güvenli bir ekonomik gelişme için gerekli şartları veremeyeceğini görürüz.
Çok sayıda yarı proleter kitlenin yerine daha az sayıda fakat daha iyi gelişme şartlarıyla kolonizatörler yerleştirilmelisi uygun olur. Bu son söylediğimiz aynı zamanda güneyde ve kuzeyde şimdiye kadar uygulamaya çalıştığımız kolonizasyonun boşa çıkmasının en önemli sebeplerindendir.
Çok az halkta, bizdeki kadar, bu denli zor şartlarla kolonizasyona yatkın unsur bulunur. Kolonizasyonda elde edebildiğimiz az başarı, ırkımızın kolonizasyon kalitesi sayesinde elde edilmiştir. Tek başına, ormandan sürülmemiş tarlaya, bir bölgeden bir başka bölgeye göç eden bizim çiftçilerimiz bile bu zor şartlarda hayatını idame ettirebilecek durumdaydı. Eğer bir de devlet vazifesi ve sorumluluğunu yerine getirmiş olsaydı bu halkın neler başarabileceğini o zaman bir düşünün.
10 Şubat 1865’te Knyaz Mihailo hükümeti “Sırbistan’ın yabancılarla kolonizasyonu kanunu” nu çıkardı. Bu kanuna göre Sırp hükümeti civar ülkelerin fakir kolonizatörlerine üç Yutra ekilebilir, üç Yutra sürülmemiş toprak (1 Yutra = 0,6 Hektar), bir ev, iki öküz, bir kağnı, iki keçi veya koyun, bir dişi domuz, gerekli iş aletleri ve 120 kuruş nakit para veriyordu. Bunlardan başka ilk hasada kadar yemeleri için mısır veriyordu. İki aileden biri pulluk ta almaktaydı. 15 sene satmamak şartıyla menkul ve gayrimenkulleri kullanma hakkına sahiptiler. Bu süre sonunda bu mallar onların oluyordu.
Kolonistler 5 senelik bir süre için devlete karşı her türlü vergiden muaftılar ve 10 yıl süreyle düzenli ordudaki askeri hizmetten, aynı şekilde beş yıl süreyle de Halk Birlikleri’ndeki hizmetten muaftılar. Sağlanan bu kolaylıklar o kadar büyük etki yaptı ki, bir kaç ay zarfında Arnavutlardan boş kalan yerler her taraftan gelen kolonizatörler tarafından dolduruldu, savaştan sonra ki birkaç yılda ise bu derece bir kolonizasyonu gerçekleştiremedik. Eğer devlet 1918’den sonra bu kolaylıkları kolonizatörlere sağlamış olsaydı şimdi durumumuz hem Vayvodina’da hem de Güney Sırbistan’da başka türlü olacaktı. Eğer gelecekte başarılı olmak istiyorsak böyle hareket etmeliyiz.

1876 sonrası Toplica ve Kosonica’nın kolonizasyonu, Arnavutların bu bölgelerden göçü de öğreticidir. 3 Ocak 1880’de çıkarılan kanun bu bölgelerde kolonizasyon şeklini düzenler. Aynı yılın 3 Şubatı’nda “Halk meclisi” tarımsal ilişkilerin “toprak köylüye” ilkesince düzenlendiği bir kanunu onayladı. Türkiye’den aldığı toprakların parasını ödemek için Sırbistan büyük bir sarsıntı yaşamaksızın ilk dış borç temini yoluna gitti. Kolonizasyon için ne bir Tarım Reformu Bakanlığı ne de başka bir masraflı kurum oluşturuldu, bunların yerine işler hızlı ve pratik bir şekilde halledildi.
Polis organları çalışmak isteyen herkese toprak dağıttı. Bunun sonucu Karadağ’dan, Senica’dan, Kosova ve İpek’ten ve başka yerlerden gelerek, 1878’den sonra ki 30 sene içinde, bir zamanlar kötü ün yapmış olan Arnavut bölgesi olan Toplica ve Kosonica’ya yerleştiler, 1912–1918 arasındaki savaş yıllarında Sırbistan’ın en iyi alayını, adeta demirden bir alayı oluşturdular. O savaşlarda Toplica ve Kosonica, Sırbistan’ın kolonizasyon için harcadığı paranın da üstünde bir parayı, birkaç on milyonluk dinarı evlatlarının kanlarıyla kat kat ödedi.
Yalnız bu misali yüreğimizde tutarak, ne istendiğini anlarsak ve eğer ne kanımızı akıtmaya ne de para harcamaya acımazsak, ancak o zaman devletimiz Kosova ve Metohiya’dan bir yeni Toplica yaratabilecektir.
Öyleyse, onların orada kalmasını istiyorsak, kolonizatörlerin birkaç sene için her türlü geçim şartları güvence altına alınmalıdır. Göç etmiş Arnavutların mal ve mülküyle yapılacak her türlü spekülasyonları acımasız bir şekilde susturmak gerekir. Devlet göç etmiş Arnavutların menkul ve gayrimenkuller üzerindeki haklarını üstlenmelidir. Arnavutların bölgeden göçünden sonra da hemen kendi kolonizatörlerini yerleştirmelidir. Bu bilhassa yapılmalıdır, çünkü bir köyün tamamının bir defada göç etmesi nadirattandır. Bu köylere, kaba, tutarsız ve geçimsiz oldukları için ilkin Karadağlılar yerleştirilmelidir, bunlar geri kalan Arnavutları hareketleriyle göçe mecbur kılacaklardır. Daha sonra da buralara diğer bölgelerden kolonizatörler yerleştirilmelidir.
Bu raporda sadece Güney Sırbistan’daki kolonizasyon problemleri ele alındı. Voyvodina sorunu, özellikle Macar üçgenini oluşturan Baçka-Senta, Kulla ve Backa Topolla da daha az önemde değildir. Şar Dağı’nın etrafındaki Arnavut üçgenini yok etmek ne anlama geliyorsa, Voyvodina’daki bu Macar üçgenini yok etmek de aynı anlama gelmektedir. Büyük toprak sahiplerinin dağıtılmasından sonra orada kalan birkaç bin Macar tarım işçisi orta halli Sırp ve Alman köylüsüne yük olmaktadırlar. Bu Macar işçi ve küçük mülk sahipleri ve hatta Almanlar dahi, parça parça güneye doğru sürülmelidirler, çünkü Baçka’da, Macaristan ile sınır olan bölgede, Sırplar nüfusun ancak %25’ini oluşturduklarından tehlike arz etmektedirler. Güney Sırbistan’da varlıklarını Arnavutluğa karşı koruyacaklarından, bizim tarafımızdan iyi vatandaşlar olarak muamele görecek, bizim ahali içinde eriyecek, en önemlisi bizimkilerden kültür yönünden ilerde oldukları için toprağın modern yöntemlerle işlenmesinde bizimkilere örnek olacaklardır. Altını çizerek vurgulamak istiyoruz; Voyvodina’dan Sırplar güneye kolonizasyon için gönderilmemelidir. Bu bağlamda şunu da vurguluyoruz; 1928–1929 yıllarında Voyvodina’da Almanlar ile Macarlar arasında Güney Sırbistan’a göç etmeyi amaç edinen bir hareket ortaya çıkmış, fakat kamuoyumuz sorunun büyüklüğünün farkında olmadığından bu harekete karşı çıkarak onu boğmuştur. Kamuoyumuzun yapacağı bu yöndeki olumsuz girişimler engellenmelidir; kamuoyumuz Voyvodina ve özellikle Baçka’dan Alman ve Macarların güneye göçlerinin desteklenmesi yolunda aydınlatılmalıdır.

Kolonileştirmenin Tekniği

Tartıştığımız bu sorunların çözümü için bütün işleri düzenleyecek bir mekanizmanın oluşturulması ayrı bir öneme sahiptir. Bugüne kadar işlerin düzensiz yapılması kolonizasyon siyasetine yansımıştır ve başarısızlıkların büyük bir kısmı buna dayanmaktadır. Gelecekte bu olumsuz durumun ortadan kalkması için bir yeniden yapılanma zorunludur.
Hiçbir mesele kolonizasyonun yürütülmesinde olduğu kadar süreklilik ve dikkat istememektedir. Güney ve kuzeydeki kolonizasyonda başarısızlığımızın en önemli sebeplerinden birinin düzenli ve sistematik çalışmanın yapılmayışı ve hükümetlerin değişmesiyle bu konuda izlenen siyasetlerin de değişmiş olduğunu daha önce vurgulamıştık. Gelecekte bu düzensizliğe mani olmak kolonizasyon mevzuunda basit anlamda güvenlik açısından Genelkurmay’a güvenilmesi lazımdır. Bu yüzden ordumuz hudutlarda, özellikle kritik bölgelere kendi unsurlarımızın yerleştirmesini arzulamaktadır. Bu yüzden hudut güvenliğini sağlamada kolonizasyondan faydalanma yoluna gidecek ve etkin bir kolonizasyon için herşeyi yapacaktır. Genel Kurmay, milli menfaatlerin korunmasında birinci dereceden önemli bir kurum olarak, bizim bütün kolonizasyon siyasetimize tahmin edilemeyecek büyük hizmetlerde bulunabilir. Genelkurmay kolonizasyon işlerinin yürütülmesini kişilerin arabuluculuğundan, organize olmuş menfaatçilerden ve her türlü dış etkilerden en iyi şekilde korumayı bilecektir. Şu gerçeğin de önemi vardır: O gereken kararların alınması için alakalı mercileri etkili kakarlar alınması yolunda daha kolay ikna edecektir. Millet Meclisi de ona daha çok inanacak ve gerekli yardımları sağlayacaktır.
Genel Kurmay bu konudaki bütün işleri bir Devlet Kolonizasyon Konseyi aracılığıyla yürütmelidir. Bu konsey tamamen bağımsız olmalı, kontrolü de doğrudan doğruya Genelkurmay Başkanı’na bağlı olmalıdır; bu Devlet Konseyine bütün kolonizasyon organları bağlı olmalıdır. Konu ile alakalı bakanlıklardan temsilciler, milli cemiyetlerin temsilcileri, teknik organizasyon ve bilimsel kurumların temsilcileri bu konseyde olmalıdırlar. Kolonizasyon politikamızdaki en büyük hata son sözü ehil olmayan ve sorunları parça parça, araştırmadan çözmeye kalkışan bürokrasinin söylemesidir. Macaristan’dan Ovçe Pole’ye gelen seçmenlerimizi veya İstra ve Gorica’dan getirilip Demirkapı’ya yerleştirilen göçmenlerin kolonizasyonunu hatırlayalım. Bu yüzden kolonizasyon politikasında devlet gücü, şahsi inisiyatifler ve bilimsel kurumlar arasında organik bir bağ kurmak gerekmektedir. Kişisel inisiyatifler çok yönlü çalışabilir, etkili olabilirler. “Milisler”, “Sokolaş”, ve “Çentik” v.s. cemiyetleri, Arnavutlara karşı devletin yapmasında sakınca görülen bazı eylemler yapabilirler. Ziraatçılar, doktorlar, mühendisler, kooperatifler, kolonizasyon esnasında çıkan sayısız problemleri çözmek için yapacakları tavsiyelerle aktif bir şekilde hizmet edebilirler. Kültür cemiyetleri de, mesela Saraybosna’da bir eğitim derneği olan “Prosfeta”, Novi Sad’daki “Matitica Sırpska” (Sırp Kültür Cemiyeti), Belgrad’daki “Sveti Sava” (Aziz Sava) v.s. de aynı şekilde bu konularda görev üstlenebilirler.
Şüphesiz, bizim yüksek ilim kurumlarımız bir zamanlar sahip oldukları saygınlığı yitirmeye başlamışlardır. Bunun en önemli sebebi Üniversite’nin ve Bilimler Akademisi’nin gün geçtikçe gerçek hayattan uzaklaşmaları ve görece geri kalmış bizimki gibi bir ülkede en önemli görevlerini unutmalarıdır: Bu güçlükten çıkmamız için XX. asrın bilimsel silahları işe yarayacaktır. Mesela eğer kolonizasyon politikasında sorunların çözümüne geçilmeden evvel, mümkün olduğu kadar erken ve enine boyuna ciddi ve objektif olarak ilgili bilimsel kurumlar tarafından incelenselerdi devlet politikasındaki birçok hatalardan kaçınılacak, bu ülkede milyarlar tasarruf edilecekti. Bilim adamları ve uzmanların fikirleri alınsaydı, kolonileştirme politikasında daha fazla ciddiyet, işlerde birlik ve etkinlik sağlanacaktı. Öncelikle Sırbistan Kraliyet İlimler Akademisi ile Belgrad Üniversitesi bizim bütün kolonizasyon sorunumuzun bilimsel bir araştırılması için organizasyon inisiyatifini üstlenmelidirler. Bu hiç şüphesiz mümkündür. Üniversitemizde kolonizasyon ile ilgili olan her konuda uzmanlarımız vardır. Üniversite eğitmenleri ile akademisyenler dışarıdan gelebilecek siyasi etkilere boyun eğmeyecek derece bağımsızdırlar. Bu tür işlerde işe yarar tecrübe sahibidirler; bilimsel araştırmaları ve bulguları amacımıza ulaşmayı bize garanti edecektir. Bu yüzden, görevi kolonizasyon sorunlarını araştırmak olan bir Kolonizasyon Enstitüsü kurulması yolunda inisiyatif üstlenmelidirler. Bugüne kadar bir kaç bakanlığı ve kurumuyla şimdiye kadar bu sorunla uğraşmış olan devlet özel bir kurum, bir “Kolonizasyon Müfettişliği” oluşturmalıdır. Kolonizasyon Müfettişliği’nin başında Genel Kurmay Başkanı ve Başbakanın teklif edeceği ve resmi tayinle atanacak bir Başmüfettiş olmalıdır. Kolonizasyon Enstitüsü ile Kolonizasyon Müfettişliği’nde bütün işler Devlet Konseyi’nin tavsiye ve idaresinde uygulanacaktır. Diğer taraftan Başmüfettiş ise Genelkurmay Başkanına bağlı kalacaktır.

Kolonizasyon Enstitüsü şu bölümlerden oluşmalıdır:

1. Organizasyon bölümü
2. Eğitim – öğretim ve kültür bölümü
3. Maliye bölümü
4. Tarımsal işler bölümü
5. İnşaat bölümü
6. Hıfzıssıhha v.s. bölümü
Bu bölümler bilimsel ve milli eğitim ve kültür kurumları ile ortak çalışarak kolonizasyon sorunlarını, problemlerini inceleyecekler, kolonizasyon politikamız için kararlar almakta kullanacağımız muhkem, bilimsel açıdan araştırılmış malzemeler sağlayarak direktifler v.s. hazırlayacaklardır. Bu kurumun başında Devlet Konseyi üyeleri olmalı, ilgili bakanlıklardan, üniversitelerden, Bilimler Akademisi ve milli, sivil kültür ve eğitim derneklerinden temsilciler bu Konseye seçilmeli ve atanmalıdırlar. Bu işler için rastgele kişilerin seçilmemesine, kendisini adayacak, canla başla çalışacak tecrübeli ve bilgili insanların seçilmesine dikkat edilmelidir.
Enstitünün idareci ve çalışanları atama ile göreve gelmelidirler. Enstitü, Kolonizasyon Müfettişliği’ne, kolonizasyon politikasını uygulamaya yönelik, üzerinde çalışılmış bilimsel malzeme sunmalıdır. Kolonizasyon Enstitüsü ile Kolonizasyon Müfettişliği arasındaki bir fikri ayrılıkta Genel Kurmay Başkanlığı son sözü söyleyen olmalıdır.
Kolonizasyon Müfettişliği yapacağı işler için, devlet işinde olsun olmasın, ülkenin tamamında iyi yetiştirilmiş ve bu işe gönül vermiş yürütmeyi yapacak elemanlara sahip olması gerekir. Bu kişiler imkân dâhilinde ilanla göreve seçilmeli ve Genelkurmay Başkanlığı’nın onayı ile atanmalıdırlar, bu sayede işi tehlikeye atabilecek veya yeteneksiz memurlar seçilmemiş olacaktır. Müfettişlik ve organları, çalışma esnasında bürokratik formalitelerden mümkün derece kaçınmalı, yalnız bir şeyi göz önünde bulundurmalıdırlar: Arnavutların mümkün olduğu kadar çabuk göçlerinin sağlanması ve derhal bizim kolonizatörlerin o bölgelere yerleştirilmeleri.
Polis teşkilatı bu işte oldukça önemli bir rol oynayacaktır. Bu yüzden gönderilecek kişilerin enerjik ve namuslu memurlar arasından seçilip oralara gönderilmeleri gerekmektedir. Onların başka bir yere tayini Genelkurmay Başkanlığı’nın rızasıyla olmalıdır; böyle zor bir iş için onlar örtülü ödenekten faydalandırılmalıdırlar. Kuralların tatbikatıyla ilgili en ufak bir gevşeme gösterenlere karşı çok sıkı tedbirler alınmalıdır. Yukarıda bahsi geçen 18 merkezli bölge için, Kolonizasyon Müfettişliği’nin emirlerini tatbik edecek ayrı bir özel komiser tayin edilmelidir. Yerel idareciler (valiler) özel yetki ile donatılmalı ve ihtiyaç duydukları her araç gereç sağlanmalıdır. Siyasi partilerimize yanlış anlaşılmaya meydan vermeyecek şekilde kesin bir ifade ile seçimler esnasında bu bölgelerde rekabete girişmenin ve milletvekillerinin Arnavutlar lehine propaganda yapmalarının yasak olduğu anlatılmalıdır.
Arnavutların göç ettirilmesi ve bizim kolonizatörlerimizin yerleştirilmesindeki organizasyon tekniği Devlet Enstitüsü ve Kolonizasyon Müfettişliği tarafından hazırlanmalıdır. Bu iki resmi kurumun dışında mevcut cemiyetlere dayanan ve kolonizasyonun yürütülmesine yardımcı olacak başka sivil kurumlar oluşturmak hiç de kötü olmayacaktır. Aslında en iyisi, böyle bir cemiyetin, bir üst cemiyet olan Kültür ve Eğitim Birliği’nin görevini üstlenmesidir. Bu kurum sivil cemiyetlerle devletin kolonizasyon politikası arasında koordinasyonu sağlayacak ve yine bu sivil kurumlarla Kolonizasyon Enstitüsü arasında aracı olacaktır.

Mali araçlar

Ne zaman kolonizasyondaki başarısızlığımız tenkite uğrasa, sorumluları bu iş için devletin sağladığı mali desteğin azlığından şikâyet etmişlerdir. Bunun bir dereceye kadar doğru olduğunu inkâr etmiyoruz. Fakat itiraf edilmeli ki maddi imkânlar kolonizasyonun kendinden daha çok, bu işin yürütülmesi için oluşturulan aygıta ve rasyonel olmayan işlere harcanmıştır. Buna rağmen devlet vermesi gerekeni vermediyse, insan kendine, devletin birinci dereceden çıkarları ile ikinci dereceden çıkarlarının ne olduğunu bir sormalıdır. Devletin birinci dereceden çıkarları başında güvende olmayan milli bölgelere kendi unsurlarını yerleştirerek bu bölgelerin güvenliğinin garanti altına alınması gelmektedir. Bu vazife ve sorumluluğun önünde bütün diğerleri ikinci plana düşer. Bu sorun için paralar bulunur ve bulunması lazımdır. Daha önce Toplica ve Kosanica’nın kolonizasyonuna ve bundan Sırbistan’ın o zamanki kazancına değinmiştik. Şayet küçük Sırbistan Krallığı yeni devlet olmasına ve büyük mali fedakârlık istemesine rağmen aldığı ilk dış yardımı kolonizasyona çekinmeden harcadıysa, bugünkü Yugoslavya’mız da gerekeni yapmaktan kaçınmayacaktır! Evet, yapar ve yapması lazım; öyle ise maddi imkânların eksikliği doğru değildir. Bir hesaplayalım bakalım 200.000 Arnavut’un göçü ve bir o kadar bizim ahalinin oralara yerleştirilmesi devletimize tahmini ne kadara mal olabilecektir.
40.000 Arnavut ailesinin göçü, her ailede ortalama 5 kişi olduğunu varsayarsak, aile başına 15.000 dinar harcanacağından yola çıkılarak, toplam masraf azami 600.000.000 Dinar olacaktır. Arnavutlardan boşalan yerlere 40.000 aileyi yerleştirmenin masrafı da azami 200.000.000 Dinara ulaşabilir. Bütün bu iş için 800.000.000 Dinardan fazla harcama yapılmayacaktır, bunun nedenleri de şunlardır:

1.   Göç eden Arnavutlar yalnız toprak değil, evlerini ve iş aletlerini de geride bırakacaklardır. Dolayısıyla kolonizatörlerimizin çoğu Arnavutların evlerine yerleşecekler, yanına hayvancılık ve beslenme için verilecek az yardımla, kendilerini geçindirecek duruma gelecekler ve bağımsız olacaklardır. Bu yüzden burada özellikle Arnavutların bıraktıkları mal ve mülkle şahsi spekülasyonların yapılmasına hiçbir şekilde müsaade edilmemesi gerektiğini vurguluyoruz; bu malları önce devlet almalı sonra da kolonizatörlere dağıtmalıdır.

2.   Yeni kolonilerin imarı işinde, ihtiyaç duyulan yerde askeri güce başvurulmalıdır, tıpkı Sremska Raça’nın imarında ve güneyde 1931 depreminde yıkılan köylerin yeniden yapımında olduğu gibi. Bu tür bir iş için, orduya imkân ve yetki sağlanmalıdır; ordu yedekleri göreve çağırarak veya askerlik eğitim sürelerini uzatarak, Bulgaristan’da Staboliski’nin “Trudova Povenost”u ve Hitler’in Almanya’da “Arbeitsdienst” i benzeri bir şey oluşturarak, resmi işlerde faydalanmak üzere zorunlu çalışma hizmeti getirebilecektir. Üniversitelerimizden yeni mezun gençlerimizi bu işler için kullanabilmemiz şüphesiz daha iyi olurdu; çünkü gençlerin kamu çıkarına bir bayındırlık işinde çalışmaları, onların olaylara daha bilinçli ve gerçekçi bakmalarını sağlayacaktır. Bu yeni mezun olmuş gençlerimize, devlet işinde çalışabilmeleri için, belirli bir süre kolonizasyon işinde (çalışmalarında) aktif rol almaları şart koşulması belki netice verdirir. Bu sayede bizde gittikçe ağır bir sosyal problem haline gelen genç aydınlarımızın işsizliği de sınırlanmış olacaktır.

3.  Uzman cemiyet ve kurumlarla anlaşarak, toprakların açılması, sulama ve bataklıkların kurutulmasının yanında yeni yerleşecekler için inşa edilecek evlerin de en kısa ve ucuz yoldan yapılmasını sağlamalıyız. Şirketler ihtiyaç duyulan maddelerin toplanması esnasında devletin onları gümrük, tren taşımacılığı, kredi sağlama ve diğer gerekli yardımlarla gözeteceği, fakat devletin de onlardan böyle önemli bir iş için en ucuz tarifeyle mal temin etmeye hakkı olduğu anlatılmalıdır. Malzeme teminiyle ilgili meselede, karteller yapılması gerekir. Daha sonra da devlet onlarla malzemenin hem niteliği hem de niceliğini tespit edecek ve fiyatı belirleyerek alacaktır. Devlet işletmeleri, demir yolları işletmesi, orman işletmesi ve bilhassa Şipad, tamamen Devlet Kolonizasyon Konseyi’nin emrine verilmek zorundadır.

4.  Kolonizasyon esnasında devlet, kolonizatörlere peşin para veya kredi ile mal ve mülk verebilir. Yeni bölgelerde mal mülk satın alacak ve doğduğu yerde varlıklarını satacak kişiler çok olacaktır. Aslında bu anlamdaki kolonizasyon faydadan çok zarar getirebilecektir. Vurgulamak isteriz ki, toprak yalnız temelli yerleşecek ve çalışacak olanlara satılacaktır. Krediyle verilen toprak pahalı olmamalı, faizi asgari olmalı, kredinin silinme zamanı kolonizatör yerleştikten birkaç sene sonra, başka bir deyişle, kolonizatör ekonomik yönden kuvvetlendiği zaman başlamalıdır.
Eğer Karadağ’ın güneyine, Üsküp’e kolonizatörler göndereceksek Makedonyalılara zihniyet ve kültür olarak daha yakın olan Viranyalıları, Leskovçalıları göndermeliyiz. Hiçbir zaman dizginlenemez ve rahatsız edici ateşli bir kana sahip Dinariklileri göndermemeliyiz, çünkü bu karşı tarafta nefret uyandırır. Tekrar vurguluyoruz ki, bu problem kuzeyden gelen kolonizatörlerimizin Kosova Metohiya’dan geçerek Şar ve Polog Dağları yönünde ilerlemeleri ve Makedonyalılarca meskûn bölgelere yerleşmeleri ile çözülür.
İdari birim olan Novi Pazar’ın (Yeni Pazar) problemi kendiliğinden çözülmekte olup bu artık 1912’deki kadar devletin gündeminde yer tutmamaktadır. Yalnız vurgulanması gereken Arnavutların zorla göç ettirilmeleriyle Bosna ve Novi Pazar’daki Müslümanlarımızın eski İslam dünyası ile bağlantılarının kopmuş olacağıdır. Bir dini azınlık olduklarını kavrayacaklar; Balkanlar’daki tek azınlık; bu olgu uluslaşmalarını hızlandıracaklardır.
Son zamanlarda Karadağ çok ciddi bir probleme dönüştü. Bu fakir bölge kendi halkını doyuracak halde bile değil; dışarıya göçe rağmen 1912–1931 arasında nüfus %16 arttı. Bu huzursuz çoban ahali geçen yüzyıllarda ırkımıza et ve kan olarak karıştı. Yeterince gemlenebilen enerjileri yıkıcı olmayacak, devletin genel faydasına kullanılabilecektir; bunun için güneydoğu istikametine yönlendirilmelidirler.

Özet

Arnavutları tedrici kolonizasyon ile geriletmek mümkün değildir. Onlar devletimizin çekirdeği olan Raska ve Zeta’da son bin yıl boyunca hayatta kalmakla kalmamışlar, etnik sınırlarımızı kuzeye ve doğuya iterek bize zarar da vermişlerdir. Son bin yılda etnik sınırlarımız, kuzeyde Subotica, kuzeybatıda Kupa’ya kadar ilerlemişken Arnavutlar bizi Budinov’un eski başkenti İşkodra’dan, ve Kosova ve Metohiya’dan çıkarmışlardır. Tek imkân ve tek yöntem organize devlet gücünün acımasız şiddetidir, bu konuda her zaman onlardan üstün olduk. 1912’den beri ve daha sonra da onlarla mücadelede başarısızlığımızın suçlusu kendimizin, çünkü bu gücü yeterince devreye sokmadık. Onların bizce asimilasyonu tartışma konusu değildir.
Vurgulamak isteriz ki, toprak ancak nihai olarak üzerinde oturmak ve onu işlemek istediğine dair delil getirene satılabilir. Kredi ile verilen toprak çok pahalı olmamalıdır, taksitleri asgari olmalıdır, geri ödeme dönemi kolonizatörlerin yerleşiminden bir kaç yıl sonra yani onlar kendilerini iktisaden toparladıklarında başlamalıdır.
Buna etkin olarak devlet iki kaynaktan çare bulabilir. Bu işin idari masraflarının bütününü devlet kendi üzerine almalı ve normal gelirleriyle kapaması gerekir. Böylece lüzumsuz ve acele olmayan diğer işlerden masrafları kurtarabilir. İkinci mali kaynak devletin bankalarıdır, tek başına veya kendi sermayeleri ile yapacakları iç borçlanmayla halledilebilir. Bundan kar devletin verdiği imkânlar ve kolonizatörlerin kendi ayakları üzerinde durabildikleri zaman getirecekleri gelirler olacaktır.
Toprakların alım ve finansmanı ziraat bankası tarafından ve kooperatif birlikleriyle beraber yapılmalıdır ve bunun Devlet Kolonizasyon Konseyi’nin kontrolünde olması kötü olmayacaktır. Tüm bunlara rağmen, Türkiye’nin ne şartlarla göçmenlerimizi kabul edeceğini bilmediğimiz için, bu problem hakkında kati bir şey söylenemez.
Genel olarak, pratik faydalar göz önünde bulundurulduğu takdirde devletin yapacağı birkaç yüz milyon dinarlık harcama çok sayılmaz. Güneyde en hassas bölgelerimizin, milli unsurlarla doldurulması ve emniyete alınması, savaş zamanında birkaç birlikten tasarruf etmemizi sağlar. Bizim fakir bölgelerimizden, özellikle Karadağ’dan birkaç bin ailenin kolonizatör olarak yerleşmesi, Karadağ’daki ekonomik krizinin hafiflemesine de yardımcı olacaktır. Kolonizasyonun yaratacağı iş imkânları ile 10.000 işsize iş sahası açılacak, bu da ekonomimize katkı sağlayacaktır.
Böyle milli, askeri, stratejik ve ekonomik görev için devletin birkaç yüz milyonluk dinarı feda etmesi hiç önemli değildir. Uluslararası transit yol Subotica-Caribrod için milyarların harcandığı bir zamanda ki, bu yol ancak uzak bir gelecekte kazanç getirebilir, bizim devletimizin beşiğini yeniden kazanmamız için, elbette birkaç yüz milyon dinarın hiç önemi yoktur.

Sonuç

Yukarıda söylenenlerin hepsini göz önünde tuttuğumuzda güneydeki kolonizasyon sorununda tek etkili çözüm yolunu Arnavutların kitlesel göç ettirilmesi olarak görmemiz tesadüf değildir. Tedrici kolonizasyon başka ülkelerde olduğu gibi bizde de sonuçsuz kalmıştır. Devlet gücü kendi unsurlarının faydasına bu toprak kavgasına girecekse başarı ancak şiddet kullanıldığında olur. Bunun dışında kendi ülkelerinde kök salmış ve yerleşmiş sakinler her zaman kolonizatörlerden daha güçlüdür. Kendi olayımızda sürekli göz önünde bulundurmalıyız ki muhatabımız kaba saba isyancı ve çok doğuran bir ırktır. Müteveffa Civiyiç’in dediği gibi bu ırk (Arnavutlar) Balkanlar’daki en yayılmacı ırktır. 1870’ten 1914’e kadar Almanya kendi doğu bölgelerini kolonize etmek için milyarlarca markı gözden çıkararak Polonyalılardan peyder pey toprak satın aldı, ama Polonyalı annelerin doğurganlığı Alman organizasyonunu ve Alman parasını geri püskürttü. Böylelikle Polonya 1918’de Poznan’ı geri aldı. 1921-1931’e kadar ki istatistiklerimiz gösteriyor ki, Arnavut kadınlarının doğurganlığı bizim kolonizasyon politikamızı boşa çıkarmıştır. Bundan sonuçlar çıkarmalı ve zaman varken hızla düzeltmeler yapmalıyız. Bütün Avrupa bugün bir karışıklık içindedir. Yarının ne getireceğini bilmiyoruz. Bizim bölgelerimizde de Arnavut milliyetçiliği büyümektedir. Olayları kendi haline bırakmak, çıkabilecek bir dünya savaşı ya da toplumsal devrim halinde güneydeki toprağımızı tehlikeye atmak olacaktır. Aslında bu raporun sunulmasındaki maksat, böyle bir şeyin gerçekleşmesine mani olmaktır.

Bu konu Arnavutum.Com özel çalışması olup site kütüphanesinde mevcuttur.
http://www.arnavutum.com/modules.php
Ekleyen: Albertrama (Arnavutum.Com Üyesi)
Çeviren: Dr. Gülsen Altuntaş (Arnavutum.Com Üyesi – Nesligul)

Admin (info@arnavuthaber.com)

www.arnavuthaber.com Türkiye Arnavutlarına Yönelik Bağımsız İmece İnternet Yayınıdır

İlk yorumu siz yazın